evli kadına aşık olmak şiir

Xper1. +1 yıl. Kardeşim, senin işin elinde patlamaya hazır bomba ile oynamaya benziyor. Evli insana aşık olmak diye bir şey olamaz. Unutmamak için, ne elini tuttun, ne oturup unutulamayacan bir sohbet ettin. O yüzden akıllı ol ve böyle riskli işlere aşk maşk diye girişme. 36_43 evli çiftiz.Hatay Osmaniye Maraş.Önce nerden yaş evli bekar ne işle mesgul cd ap p a vs yüz de dahil resimlerle birlikte detaylı dm.Bisex çiftler NazımHikmet son eşi Vera Tulyakova 1956'da, genç kadın henüz 24 yaşındayken tanıştı. Dört yıl sonra evlendiler. Nazım ölünceye kadar Vera ile evli kaldı. Bu arada opera sanatçısı Semiha Berksoy, yazar Suat Derviş ve dönemin bir başka genç yazarı Cahit Uçuk da Nazım Hikmet'in gönlünü kaptırdığı kadınlar oldu. evli bir kadına aşık olmak. platonik olarak kalması gerekip, aksiyon alınmaması gereken durumdur. hic bir sekilde olmamasi gerekir. dusunce olarak bile cok kotu. hayati tehlikesi olan asik olma hali, hele de turkiye'de olmaması gerekendir, başka kadın mı yoktur.. Evlibir adama aşık olmak günah mı? Evli olan bir kadına ya da erkeğe seni seviyorum şeklinde bir şeyi ihsas ettirmek dinen haramdır. Mevcut olan yuvayı bozmak demektir. Din bunu kabul etmez. Evli bir adamla beraber olmak günah mı? Evli olan bir kadına ya da erkeğe seni seviyorum şeklinde bir şeyi ihsas ettirmek dinen haramdır Rencontre Ligue 1 Ce Week End. Birkaç yıl önce, Nazım Hikmet’in hayatını araştırırken; edebiyat çevrelerinde çok söylenen ve bilinen bir aşkın kapısını aralamıştım... Bu Nazım Hikmet’in büyük aşklarından biri değildi...Nazım’ın dünyalar güzeli annesinin “satır aralarında küllenmiş, İstanbul’da bir adanın vapur iskelesinde şiire dökülmüş mahsun bir aşkının silüetiydi...”Nazım Hikmet’in güzeller güzeli annesine; ünlü şair ve Nazım’ın hocası Yahya Kemal aşık olmuştu... Yarım kalan bu trajik aşk; sonradan ünlü bir şarkı da olacak, çok ünlü bir şiirin yazılmasına vesile olmuştu...***Yazıldığı günden bu yana; “ölümü en iyi anlatan şiir“ olarak bilinen Sessiz Gemi şiiri, ölümü anlatan bir şiir değil; Nazım Hikmet’in annesine yazılmış bir aşk şiiriydi...Yahya Kemal şiiri; adadan vapurla İstanbul’a giden Celile Hikmet’e duyduğu büyük aşkın hüznünü resimlemek için yazmıştı... Celile Hanım’ın, İstanbul’a vapurla gidişi esnasında adada kalan Yahha Kemal’in duygu dünyasını yansıtıyordu Sessiz Gemi şiirindeki dizeler... Bu gerçeği, çok dolambaçlı yollardan yaptığım araştırmalar sonucu ortaya çıkarmıştım...Yazı Vatan’da yayınlandı... Büyük ilgi gördü... Sosyal medyada, etkin ve yoğun bir dolaşıma sahne oldu... Ne ki; yazıyı Nazım Hikmet’in annesiyle, büyük şair Yahya Kemal’in yaşadığı yarım kalmış bir aşkın anatomisinden kaleme almıştım... Bu gerçekti... Ama edebiyat tarihi açısından daha önemli gerçek araştırmalar sonucu ortaya çıkan şu gerçekti; Dillerden dile dolaşan Sessiz Gemi şiiri ve Sessiz Gemi şarkısı “Nazım Hikmet’in annesi Celile Hikmet’e yazılan“ bir şiirin adıydı...***Dün Nazım Hikmet’in 113. doğum yıldönmüydü... Bu gerçek hikayeyi, ünlü şairin doğum yıldönümünde “Annesine yazılan muhteşem aşk şiiri”yle yeniden anlatmak istedim... Annesinin kimliğinde ve yaşadıklarında Nazım Hikmet’i Sessiz Gemi’yle anmak birçok kişiye egzantrik gelebilir... Ne ki hayat, aşk ve edebiyat görebilenler için zaten egzantriktir...SESSİZ GEMİArtık demir almak günü gelmişse zamandanMeçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...’Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...Kâğıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”***Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu... Bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi... Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi.***Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti...Artık evlenmek istiyordu...Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu...SESSİZ GEMİ’NİN YAZILIŞINA NEDEN OLAN OLAYYahya Kemal’in Nazım Hikkmet’in annesi Celile Hanım’a duyduğu aşkı anlatırken, aktardığı olay inanılmazdı...Şöyle aktarıyordu yaşadıklarını büyük şair “1916 yılından 1919 yılına kadar o kadına deli gibi aşık oldum... Bu kadın yazın adada otururdu... Ben de orada idim...Deli divane olmuştum...Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu... Ben müthiş muzdariptim...***Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...Gider gitmez benim için boşalıverirdi...Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...***Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı... Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim... Gitmeyeceğine yemin etmişti...***Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum...Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...***Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...Çok para verince biri ikna oldu...Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı... Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...***Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım... Yoktu...Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim... Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım... Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...”***“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...Vakit hayli geçti... Karakola gittim. Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim...Aradılar taradılar birini buldular..Yine bir sürü para verdim...Arabayla yola koyuldum...Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. Benimki evde mi’ diye sordum? Adam halime bakıp şaşırdı Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım... Sözüne inanamıyordum. Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım... Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...***Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim... Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”KIRIK AŞK HİKAYESİ...Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi. Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı... 1916’da Celile Hanımla eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...***Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu... O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...***Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi... Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi... Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından Celile Hanım’la yakınlaştı...***Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı... Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...***Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi... Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı... Hocası Yahya Kemal’e şöyle dedi “Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...”***Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmezdi. Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle kodes’ adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda... Ne ki Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmedi...YARIM KALAN AŞKIN SİLÜETİ...Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..***O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...Gelmedin mahzun oldum...Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...Çok çok göreceğim geldi...Beni niye aramadın...Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”***Celile Hanım’ın beklediği ve uğruna kocasından boşandığı o evlilik hiçbir zaman olmadı...Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...NAZIM HİKMET’E YARDIM ETMEDİ...Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...Sosyalistti... Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...Celile artık yaşlanmıştı...***O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu... Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği... Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçti...***Büyük aşkını gördü...Ama yanına gitmedi...Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi... Hızla uzaklaştı oradan...***Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...Şöyle yazıyordu“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”***Celile aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği... SABAHATTİN ALİ'NİN AŞIK OLDUĞU KADINLAR Sabahattin Ali, eşi Aliye Hanım ve kızı Filiz Sabahattin Ali D25 Şubat 1907-Ö 2 Nisan1948, 41 yıllık kısa yaşamına üç roman, on öykü, iki şiir kitabı ve yedi kitap çevirisi sığdırmış şair, yazar ve çevirmendir. Gerçek soyadı Alı'nın pek bilinmeyen hikayesi şöyle Soyadı Kanunu gereğince, Sabahattin soyadı almak için Nüfus memurluğuna gider ve memura; Ali soyadını almak istediğini söyler. Memur; isimleri soyadı olarak vermediklerini söyleyince "O halde 'i' harfini kullanmayın onun yerine 'ı' harfi koyun. Alı olsun. Yani 'kırmızıyı gibi' demiş ve nüfus kütüğünün soyadı hanesine 'Alı' yazdırmış. Gerçek adı-Soyadı; Sabahattin Alı'dır. Burada yazacağım Sabahattin Ali'nin yaşam öyküsü değildir. Onun yaşam öyküsü çok yazılıp çizildi. Genç Sabahattin'e aşk acısı çektiren, evlilik tekliflerini reddeden ve dahası ona unutulmayacak ve gönüllerden silinmeyecek şiirler yazdıran kadınlar hakkında fazla bir bilgi yoktu. Nahit Hanım hariç tabii. Bu çok duygulu, aşık olmayı seven genç yazarın hayatına beş kadın girer. İşte bu kadınları yazacağım. Yakın arkadaşı Pertev Naili Boratav'ın söylediğine göre, Sabahattin aşık olmayı seviyordu ve sık sık da aşık oluyordu. Sabahattin için aşık olmak hava almak su içmek gibi bir ihtiyaçtı. Her dem aşık olmalıydı genç adam. En azından her güne, yeniden aşık olma umuduyla başlamalıydı. Evleninceye kadar öyle de yaptı. Melahat Togar İstanbul-Berlin treninde yolculuk yaparken, kendisi gibi sınavı kazanıp Berlin'e giden yol arkadaşı Melahat'la tanışır Sabahattin. Berlin'de çok iyi arkadaş olurlar, bir ara flört bile ederler, birlikte gezip tozarlar. Birlikte gezdikleri bir gün, Sabahattin, Melahat'a ilanıaşk eder ama geri çevrilir. Melahat Togar, Sabahattin Ali'nin sonraki yaşamında mektup arkadaşı olarak önemini koruyacaktır hep. Sabahattin Aydın'dayken, Melahat hasta olduğu için Türkiye'ye dönmüş ve İzmir Kız Lisesi'nde Almanca öğretmen vekilliği yapmaya başlamıştı. Sıklıkla Melahat'i düşünen Sabahattin, arkadaşını ziyaret için İzmir'e gider. . İzmir'de Melahat'la buluşan genç yazar onun nişanlandığını öğrenir. Geceler boyu düşündüğü Melahat'a, daha sorusunu soramadan cevabını almıştır. Üzgün olarak Aydın'a döner. Nahit Gelenbevi Sabahattin Ali, karşılıksız bir aşkla sevdiği Nahit Gelenbevi'ye yeşil mürekkeple Osmanlıca yazdığı şiirlerini bir deftere kaydeder ve Nahit Hanım'a postalar. O tarihte Nahit Hanım on dokuz yaşındadır. Sabahattin Ali, Yozgat'a gitmeden önce İstanbul'da aşık olmuştu Nahit'e. Aşkını ilan etmiş, olumsuz cevap almıştı. Yenilgisini, "Servet-i Fünun'da Bir Macera" başlığı altında yayımladığı bir şiirle ifade etmişti genç adam. Bu şiirin ilk dörtlüğü şöyle "Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi Ne ufak bir temayül ne de bir iltifat gördüm. Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm." Nahit Hanım'a karşı karşılıksız aşkının farkında olan genç adam, Melahat'la ilişkisini kesmez. Ama aklından bir türlü çıkaramadığı eski aşkı Nahit için yazdığı şiire "Eskisi Gibi" başlığını atar. "Seneler sürer her günüm Yalnız gitmekten yorgunum Zannetme ki sana dargınım Ben gene sana vurgunum Başkalarına gülsem de Senden uzakta kalsam da Sevmediğini bilsem de Ben yine sana vurgunum" * Zihninin büyük bir kısmını aralıksız olarak Nahit Hanım işgal etse de, yeniden aşık olur Sabahattin. O sırada Konya'da öğretmenlik yapmaktadır. Yeni aşkı, öğrencilerinden biri olan henüz on beş yaşındaki Melahat'tır. Melahat Muhtar "İlk olarak Yeni Anadolu gazetesinde "Bir Kadın Dalaveresi"ni okuyanları haberdar etti bu büyük aşkından genç yazar. Okurları, sözünü ettiği aşkın gerçek biri olduğunu ve isminin de Melahat olduğunu tabii ki bilmeyeceklerdi. Geri kalan neredeyse her şey doğruydu. Beria adını koymuştu Sabahattin, hikayesindeki on beş yaşındaki genç kızın adını." Başta Pertev olmak üzere yakın arkadaşlarına ve bazı aile fertlerine yeni aşkını "Narin, beyaz tenli, kumral dalgalı saçlı" diye tarif ediyordu. Şiirler de yazmaya başlamıştı küçük aşkı için. Yeşil mürekkebi, bu kez Melahat'e yazıyordu. 1932 yılında yazdığı şiirin adı "Çocuklar Gibi" ydi. "Şimdi şiir bence senin yüzündür Şimdi benim tahtım senin dizindir Sevgilim, saadet ikimizindir Göklerden gelen bir yadigar gibi..." Pertev'e yazdığı bir mektupta, aşkına karşılık gördüğünü heyecan içinde anlattı. Sabahattin aşık olur olmaz Konya'da kendine yakın bulduğu insanları harekete geçirdi. Yardım istediği aracılar, Melahat'ın ailesine konuyu açtılar. Aile bu isteğe kesin bir dille karşı çıktı; kızları henüz çocuktu. Mesele Melahat'ın kulağına gitmiş olsa gerek, bu gelişmeden sonra öğretmenine alabildiğine soğuk davrandı küçük kız. Genç adam bir kez daha yıkılmıştı. Aynı günlerde yazıp Ayşe ve öteki yakınlarına gönderdiği "Melankoli" başlıklı şiirde, yine Melahat'la ilgili gönül kırıklığını dile getirdi Sabahattin. Şiirin son dörtlüğü şöyleydi "Ne bir dost ne bir sevgili Dünyadan uzak bir deli Beni sarar melankoli Kafamın içerisi ölür" ** Ayşe Sıtkı İlhan Ayşe'yi Almanya dönüşünde, arkadaşı Pertev vasıtasıyla tanımıştı Sabahattin. Kızın adresini hemen ertesi gün almış, Bursa, Aydın ve Konya'dan durmaksızın yazmıştı. Almanya'ya giderken ve orada geçirdiği günler süresince Melahat'la flört ettiğinden, bir ara Maria'ya Kürk Mantolu Madonna'daki Maria Puder karakteri gönül düşürdüğünden de söz etmişti Ayşe'sine. Konya'da çalışırken, bu kez de öğrencisi Melahat'a olan aşkını evlenme teklif ettiğini bile söylemişti mektubunda Ayşe'ye. Nahit'in kalbinde kapanmaz bir yara olduğunuysa, sadece Ayşe değil, cümle alem biliyordu. Sabahattin Ali, arkadaşı Ayşe Sıtkı'ya İlhan Konya ve Sinop hapishanelerinden yirmiden fazla mektup yazdı, evlenme teklif etti. Ayşe bu mektuplardaki evlenme tekliflerine net bir "hayır" cevabı verdi. Buna rağmen genç adam vaz geçmedi ve Ayşe'ye yazdı da yazdı. Cevap maalesef yine olumsuzdu. Bunun üzerine Sabahattin Ali, Ayşe'ye çok ama çok karamsar bir mektup yazdı ve mektubuna bir de şiir ilave etti. Şiirin başlığı "Son Mektup"tu ve ilk dörtlüğü şöyleydi "Ey yar, bu mektubu aldığım demde Kara topraklara verdim kendimi... Her şey bana engel oldu alemde Bir coşkun nehirdim, yıktım bendimi..." Sabahattin, son mektup der ama dayanamaz tekrar yazar iki gözü Ayşe'sine. Sabahattin nasıl Almanya'ya gönderilmişse, Ayşe'de Fransa'ya gönderilmiş ve öğrenimini tamamlayıp Türkiye'ye dönmüştü. Fransızca öğretmenliği yapıyordu. Daha sonra bir başkasıyla evlenen Ayşe Sıtkı 1912-2008, Sabahattin Ali'nin kendine yazdığı mektupları, 1991 yılında İki Gözüm Ayşe başlığı altında, kitap olarak Ataol Yayıncılık tarafından yayımladı. Aliye Ali Sabahattin, Almanya dönüşünde, Erenköy'e akrabalarına gittiğinde görür komşu kızı Aliye'yi. Kendi söylemiyle, Aliye sarı saçlı, lacivert gözlü, beyaz tenli, boylu boslu çok güzel bir genç kızdır. Babasi izin vermediği için ortaokul ikinci sınıftan ayrılmıştır. Sabahattin yine ilk görüşte aşık olmuştur ama henüz farkında değildir. "Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya aşık olurdu." Karakteri böyleydi. Aliye ile tanışmalarının ardından Sabahattin apar topar Bursa'ya gider. Yaz tatilinde denk getirip yeniden karşılaşmanın yolunu bulamaz. Ardından Aydın, Konya, Sinop... derken zaman geçer. Evlenmeye, bir yuva kurmaya karar verir Sabahattin. Çünkü yaşının geçtiğini düşünmektedir. Aklına Aliye düşünce, durumu akrabalarına açıklar ve yardım ister. Aliye'nin babası Sabahattin poliste kayıtlı olduğu için biraz mırın kırın eder ama kızının Ankara'da yaşamayı Sabahattin Ankara'da görevlidir o sırada çok istemesi üzerine nişanı kabul eder. Mevsim kış olduğu için Ankara-İstanbul arasında çok gidip gelme olmasın diye nişan posta yoluyla halledilir. Nişanlanan Sabahattin ile Aliye arasında mektuplar gidip gelmeye başlar. Genç adam yazdığı hikayeleri, şiirleri de mektuplarına ekler ve Aliye'ye gönderir. Nikah günü kararlaştırılmıştır; 16 Mayıs 1935 tarihinde Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde nikahları kıyılacaktır. "Mayıs ayların gülüdür. Taze bir çiçek dalıdır. İçerim ateş doludur. Mayıs'ta gönlüm delidir." Sabahattin'in mayıs ayını yüceltmek için şiir yazması çok anlaşılır bir durumdu. Çünkü 16 Mayıs'ta Aliye'yle nikah masasına oturmuş ve evlenmişlerdi. Sabahattin mutluydu; artık evliydi ve çalışıyordu. Evlilikle birlikte hayatı düzene girince,yazmaya Konya'da başlayıp bir kısmını Yeni Anadolu gazetesinde tefrika ettiği Kuyucaklı Yusuf isimli romanını 1936'nın sonuna doğru tamamladı. Sonra askere çağrıldı Sabahattin. Askerliğini İstanbul'da yapacaktı. Hamile eşiyle birlikte İstanbul'a gittiler. 30 Eylül'de kızları Filiz doğdu. Ünlü yazarın hayatına giren kadınlar bunlar. Acaba hangisini daha çok sevmişti? Merak işte. Not Nahit Fıratlı'nın ilk eşi Halil Vedat Fıratlı idi. İlk eşinden ayrıldıktan sonra ikinci evliliğini 1955 yılında şair Arif Damar'la yaptı. İki evlilik arasında Orhan Veli ile dillere destan bir aşk yaşadı. Onun şiirlerinin ilk okuyucusu oldu. Bu ilişki 1950 yılında şairin ölümü ile son buldu. Sabahattin'in Ali'nin yaşam öyküsünü, nasıl ve nerede öldürüldüğünü merak ediyorsanız "Yeşil Mürekkep" isimli kitabı okuyabilirsiniz. Yazarla ilgili bilinmeyen birçok bilgiye ulaşabilirsiniz böylece. Kaynak Osman Balcıgil - Bir "Sabahattin Ali" Romanı, Yeşil Mürekkep. Sabahattin Ali'nin aşık olduğu kadınlar başlığıyla yazdığım bu yazı, romanda anlatılanlardan tarafımca derlenmiştir. * Besteyi Nükhet Duru ve Ali Kocatepe birlikte yaptılar. Nükhet Duru seslendirdi. ** Ali Kocatepe'nin bestelediği, Onno Tunç'un düzenlemesini yaptığı, Nükhet Duru'nun söylediği ünlü şarkı. Sizler için Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Attila İlhan ve Orhan Veli Kanık başta olmak üzere edebiyatımıza damgasını vurmuş 12 ünlü şair ve onların hepimizin bildiği ünlü şiirlerine ilham veren kadınları derledik. 1. Nazım Hikmet 1902 – 1963, Şükûfe Nihal Başar 1896 – 1973 Şükûfe Nihal, şiir, öykü, roman kaleme almış bir edebiyatçımızdır. 1920’lerde Erenköy’de bahçe ve köşklerde edebiyatçılar toplanır, sohbet ederdi. İşte böyle bir günde Nazım Hikmet küçük bir kağıda not yazıp, Şükûfe Nihal’e verir. Bir Devrin Romanı adlı eserinde Halide Nusret Zorlutuna şunları yazar “Şükufe Nihal okuduktan sonra, gülerek kağıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, kağıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı “Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz!” Sonraları Nazım Hikmet arkadaşlarına Bir Ayrılış Hikayesi şiirini Şükûfe Nihal’e yazdığını söyler. Erkek kadına dedi ki – Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya… Erkek kadına dedi ki – Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz… Şükufe Nihal’in hayran kitlesi bir hayli fazlaydı Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Cenap Şahabettin’in kardeşi şair Osman Fahri’dir. Osman Fahri, aşkına karşılık bulamayınca İstanbul’u terkeder, öğretmenlik yapmak üzere Elazığ’a gider. Karşılıksız aşkı yüzünden 1920’de intihar eder. Şükûfe Nihal, öncesinde bir şey hissetmemiş olsa da, bu olaydan ölümüne dek, dilinden ilk aşkı Osman Fahri’yi düşürmez. Faruk Nafiz, halasının Erenköy’deki köşkünde görüp aşık olduğu Şükûfe Nihal’e şu dizeleri yazar İnce bir kızdı bu, solgun, sarı, heykel gibi lâl Sanki ruhumdan uzak sisli bir akşamdı Nihal. Ben küreklerde, Nihal’in gözü enginlerde Gizli sevdalar için yol soruyorduk nerde. Pınar Kür’ün annesi İsmet Kür, Yarısı Roman adlı eserinde Şükufe Nihal’i şöyle anlatır “Şükûfe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı… Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle. Çocukluğumda, şıklık sembolüydü benim için. Onun üstünde görüp hayran olduğum kimi renkleri, kimi desenleri hala sevdiğimi biliyorum. Çok kaprisli bir kadındı. Biraz cıvıltıya benzeyen, kendine özgü ve de hoş konuşma biçimi vardı.” 2. Cemal Süreya 1931 – 1990, Tomris Uyar 1941 – 2003 Deneme ve öykü yazarı Tomris Uyar, Ülkü Tamer ile evlendikten sonra Varlık ve Yeni Dergi’de yayımlanacak çeviriler hazırlar. Eylül adındaki kızını, emzirirken boğazına süt kaçıp boğulması sonucu kaybeder, bu acı olaydan sonra Ülkü Tamer’le olan evliliği de sona erer. O dönemde İstanbul’a tayini çıkan Cemal Süreya ile tanışır. Birlikte edebiyat, sanat, tiyatro gibi sohbetlere katılıp yakınlaşırlar, çeviri yaparlar. G. Apollinaire’in Bir Aşk Kırgınının Şarkısı şiirini ve Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens adlı çocuk kitabını Cemal Süreya ile birlikte çevirir. Tomris Uyar, Tanışma Günleri/Anları kitabında “Bu çevirileri yapmak için Cemal Süreya’nın benim yardımıma gereksinimi yoktu. Fransızca’yı bilen oydu; bana, onun önerdiği Türkçe karşılıkları benimseyip benimsemediğimi belirtme görevi düşüyordu. Dilinin büyüsüne kapılıp çeviriyi özgün metine göre çok daha sevimli, alımlı hale getirebilecek bir şairin, bu eğilimini bir anlamda denetleyebilmemdi. Belki de evde sık sık yaptığımız bu tartışmayı somutlamak için bu ürünleri seçmiştik. Günler yetmiyormuş gibi geceleri de uykudan fırlayıp yeni önerileri sigara paketlerinin arkasına yazıyorduk. Gören olsa, dünyayı kurtarmakta kararlı olduğumuzu sanırdı. Birbirimizin diliyle zenginleşiyorduk galiba.” diye yazar. Cemal Süreya ve Tomris Uyar eşlerinden ayrılmıştı; 3 yılı beraber geçirirler. Cemal Süreya, Gül ve Sayım şiirlerini Tomris Uyar için yazar. Cemal Süreya ile olan ilişkisi sorulduğunda şöyle der Tomris Uyar “Beni bıraktı, rahat edemedi, ona göre bana sahip olunamazdı. Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim; benim ağzımdan kimse duyamayacak dedi ve doğrusu hiç yazmadı.” Gül Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz İstasyonda tren oluyor biraz Ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım Sayım Ayışığında oturduk Bileğinden öptüm seni Sonra ayakta öptüm Dudağından öptüm seni Kapı aralığında öptüm Soluğundan öptüm seni Bahçede çocuklar vardı Çocuğundan öptüm seni 3. Turgut Uyar 1927 – 1985 & Tomris Uyar 1941 – 2003 “Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim, o da eşinden ayrılmıştı İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla, burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatı bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hala duruyor bende. Genellikle şiir üzerine düşünceleri konuşurduk. Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönemden geçiyordu. Evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlikten şiiri de etkilenmişti. Yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum, ama çok konuştuğum ve çok şiir yazmasına yeltendirdiğim için nihayetinde yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.” Tomris Uyar ⁣ ⁣ 1967 yılında, Tomris Uyar ve Turgut Uyar evlenirler.⁣ ⁣ Bir Bozuk Saattir Yüreğim Hep Sende Durur⁣ ⁣ Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur⁣ Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan⁣ Durmadan⁣ Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden⁣ Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan⁣ ⁣ Sibernetik⁣ ⁣ 3 kere 3 dokuz eder⁣ bilirsin⁣ birin karesi birdir⁣ kare kökü de⁣ bilirsin⁣ “mutlu aşk yoktur”⁣ bilirsin⁣ ⁣ ama baharda ya da dışarda⁣ sonsuz göğün altında⁣ aşkın aşkla çarpımı⁣ nedendir bilinmez⁣ garip bir biçimde⁣ hep sonsuzdur⁣ ⁣ kare kökü yoktur⁣ ⁣ Oğulları Hayri Turgut Uyar’ın bir röportajında söyledikleri Sibernetik şiirini daha da netleştiriyor “Annemin ve babamın da matematiğe çok yatkın ol­duklarını düşünüyorum. Edebiyat onların kendilerini çok iyi ifade ettikleri ve başarılı oldukları bir alan, ama yıllar sonra ikisinin de yazdıklarına baktığımda, matematik ve soyutlama konusunda bayağı yetenekli olduklarını görüyorum.”⁣ ⁣ Tomris ve Turgut Uyar arasındaki aşk zamanla, Turgut Uyar’ın bunaltıcı ve kıskanç tavırları yüzünden yorucu bir hal alır. Tomris Uyar, “Bir ara ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan da öte bir şeydim. Bir parçası gibiydim. Ve kendimi bir parçası gibi hissettiğim için de sıkılıyordum tabii.” der. Aralarındaki ilişkiyi şöyle özetler “Turgut, beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.” 4. Edip Cansever 1928 – 1986 & Tomris Uyar 1941 – 2003 Tomris Uyar ile Edip Cansever’in arasında hayranlık, lirik bir dostluktan öte bir şey yoktur aslında. Uyar, aralarındaki bağı şöyle anlatır “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.” ⁣⁣ ⁣ Cansever ve Tomris Uyar arasında aşk olduğu yazılsa da, 2002 tarihli röportajında “Aşık olmadığım kimseyle birlikte olmadım.” diyen Tomris Uyar’ın ölümünden sonra oğlu Hayri Turgut Uyar ise sadece arkadaş olduklarını, bu tarz haberlerin babasına ve Mefaret Teyze’ye Edip Cansever’in eşi çok büyük ayıp olduğunu söyleyecektir.⁣⁣ ⁣ Tomris Uyar, Cansever’in ölümü sonrası şunları söyleyecektir “Şairin işi hayatıdır, hayatı da işi” diyor Tennessee Williams. Edip Cansever’i bundan daha iyi betimleyecek bir cümle düşünemiyorum. Hep bir şiir avcısı kimliğiyle yaşadı, şiirini inceltmenin, zenginleştirmenin yollarını aradı. Türk Edebiyatı’nda kendini şiire onun kadar adamış ikinci bir şair tanımıyorum. 25 yıl kesintisiz süren çok yakın bir dostluktan sonra onun artık var olmaması bana biraz da ben ölmüşüm duygusu veriyor.”⁣⁣ Tomris Uyar’ın 1980 yılındaki doğum günü için yazdığı şiirin özgün kopyasını, Tomris ve Turgut Uyar’ın oğlu Hayri Turgut Uyar kendi blogunda paylaştı. Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir⁣⁣ ⁣⁣ Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç⁣⁣ Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de⁣⁣ Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle⁣⁣ Ve yarışırsa ancak Monet’nin⁣⁣ Kadınlarına yaraşan giysilerinle⁣⁣ Gördüm de⁣⁣ Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.⁣⁣ Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde⁣⁣ Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde⁣⁣ Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında⁣⁣ Öyle kısaydı ki adımların⁣⁣ Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle⁣⁣ Ölçülür ve denk düşerdi ancak⁣⁣ Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. 5. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1911 – 1975 & Mari Gerekmezyan 1913 – 1947 Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne misafir öğrenci olarak gelmiştir. Ressam Eren Eyüboğlu ile evli olan Bedri Rahmi, Mari’yle gizliden gizliye buluşur, sırılsıklam aşıktır ona. Sigara paketlerine resmini çizer, körpe fidanlara adını yazar. ⁣ ⁣ 1940’larda başlayan, 1946’da Mari’nin ölümüne dek süren aşktan geriye Mari’nin birçok tablosu, Karadutum, Sitem gibi şiirler kalır. Resimde, Eyüboğlu düşsel bir tabloda sevdalısıyla kendisini, gökyüzünde kanat açan iki atlı olarak resmetmiştir. ⁣ ⁣ Bedri Rahmi, Mari’ye Çorum’da kaldığı dönemde öğrendiği çatalkaram ve çebişim keçi yavrusu sözcükleriyle hitap eder mektup ve şiirlerinde.⁣ ⁣ Mari 1946’da menenjit-tüberküloza yakalanır. II. Dünya Savaşı’nın yeni bittiği yıllardır, ilaçlar çok pahalıdır. Bedri Rahmi birçok tablosunu sattıysa da Mari’yi kurtaramaz; işte o dönem içkiye başlar. 1949 yılında Büyük Kulüp’te bu şiiri okurken ağlamaya başlar. Bunun üzerine eşi Eren Eyüboğlu, oğullarını da alıp, Fransa’da yaşamaya başlar, daha sonra eşinin yanına dönse de bu olayı hiç unutmaz.⁣ ⁣ Karadut⁣ ⁣ Karadutum, çatal karam, çingenem⁣ Nar tanem, nur tanem, bir tanem⁣ Ağaç isem dalımsın salkım saçak⁣ Petek isem balımsın ağulum⁣ Günahımsın, vebalimsin.⁣ Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan⁣ Yoluna bir can koyduğum⁣ Gökte ararken yerde bulduğum⁣ Karadutum, çatal karam, çingenem⁣ Daha nem olacaktın bir tanem⁣ Gülen ayvam, ağlayan narımsın⁣ Kadınım, kısrağım, karımsın.⁣ ⁣ Sitem⁣ ⁣ Önde zeytin ağaçları arkasında yar⁣ Sene 1946⁣ Mevsim⁣ Sonbahar⁣ Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim⁣ Dalları neyleyim.⁣ Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.⁣ Yar yar!.. Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar⁣ Değirmen misali döner başım⁣ Sevda değil bu bir hışım⁣ Gel gör beni darmadağın⁣ Tel tel çözülüp kalmışım.⁣ Yar yar⁣ Canımın çekirdeğinde diken⁣ Gözümün bebeğinde sitem var 6. Attila İlhan 1925 – 2005 & Maria Missakian ⁣Attila İlhan, 1949 yılında üniversite 2. sınıftayken ilk kez Paris’e gider. Bu seyahatten sanatı ve şiiri derinden etkilenir. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturur. 1951 yılında Gerçek Gazetesi’nde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris’e tekrar gidecek; 1950’li yılları İstanbul – İzmir – Paris üçgeni içerisinde geçirecektir.⁣ ⁣ Paris’te, dedeleri Yozgatlı olan, Ermeni asıllı Fransız Maria Missakian ile tanışır. Attila İlhan Türkiye’ye dönmek zorunda kalınca, Missakian’ı da getirmek ister, ancak pasaportu olmadığı için getiremez, sürekli mektuplaşırlar. Onu getirmek için uğraşsa da başaramaz; zamanla mektuplar seyrekleşir. Daha sonra Maria’nın bir müzisyenle evlenip çocukları olduğunu, mutsuzluktan alkolik olduğunu öğrenir. Yağmur Kaçağı şiir kitabının içindeki, kendisini de olayın kahramanı olarak dahil ettiği Maria Missakian şiirinin sayfasını imzalayıp ona gönderir, bu son görüşmeleri olur.⁣ Maria Missakian ⁣ ⁣ yüksekkaldırım’da bir akşam⁣ maria missakian’i düşündüm⁣ eğer kendimi bıraksam⁣ yağmur olabilirdim yağardım⁣ ⁣ kasım’da bir çınar olurdum⁣ yaprak yaprak dökülürdüm⁣ kalbimi sıkı tutmasam⁣ ⁣ döküp saçıp boşaltsam⁣ içimde yükselen şiiri⁣ kaldırımlara döküp harcasam⁣ gözleri balıkçıl gözleri⁣ dudaklarında tutup rüzgarı⁣ maria missakian adında biri⁣ gelse göğsüne kapansam⁣ ⁣ gece gölgesine sokulsam⁣ gökyüzünde bulutlar büyüseler⁣ yağmuru dinlesem anlatsam⁣ şimşekler kırılıp dökülseler⁣ bizi sokaklarda bıraksalar⁣ leylekler üşüyüp gitseler⁣ dönüp arkalarına bakmadan⁣ ⁣ yine akşam oldu attilâ ilhan⁣ üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı⁣ belki paris’te maria missakian⁣ avuçlarında bir çarmıh acısı⁣ gizlice bir sefalet gecesi⁣ çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i⁣ sana kaçmayı tasarlar her akşam⁣ 7. Orhan Veli Kanık 1914 – 1950 & Nahit Fıratlı 1909 – 2002 ⁣Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a 1947-1950 yılları arasında yazdığı kitaplaştırılan Yalnız Seni Arıyorum mektuplar, edebiyat ortamlarında fısıltıyla konuşulan, fakat açıkça dillendirilmeyen bir aşkın en büyük hatırası. ⁣ ⁣ Orhan Veli’nin, ⁣ “Bir de sevgilim vardır pek muteber⁣ ismini söylemem⁣ edebiyat tarihçisi bulsun”⁣ dizeleriyle anlattığı bu gizemli sevgili, Nahit Hanım tarafından senelerce saklanan mektuplar ile resmen gün yüzüne çıkar.⁣ ⁣ O zamanlar ismini söyleyemem dediği sevgilisi Nahit Hanım, Orhan Veli’nin 36 yıllık ömrünün en büyük sevdası denebilir. O, dönemde sadece Orhan Veli değildir ona aşık olan, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı, Can Yücel, Necip Fazıl, Peyami Safa, Edip Cansever… Sanat ve edebiyat ortamlarında Nahit Hanım diye bilinen Nahit Gelenbevir, Ankara ve İstanbul’da öğretmenlikle geçirir ömrünü. Eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve şair Arif Damar ile evlenir. Samet Ağaoğlu “Rö­nesans gibi kadın”, Cemal Süreya ise “Cumhuriyet dö­nemi küçük burjuva duyarlığının anası” diye söz eder.⁣ ⁣ Edebiyat çevrelerinde, Orhan Veli’nin sevgilisi diye ünlenmesinin yanı sıra, 1930’lardan 1990’lara, tam altmış yıl boyunca evini bir sanat albümüne çevirir; hakkında şiirler Sabahattin Ali, Orhan Veli, Arif Damar, Gülten Akın ve yazılar yazılır. Aşkını röportaj yoluyla ifşa etmesi ve özellikle de bu mektupları yayımlaması için, dostları ve gazeteciler tarafından sıkıştırılmasına rağmen, Orhan Veli’nin ardından yaşadığı 52 yıl boyunca bu aşk hikayesini ve delillerini hep saklar.⁣ ⁣ Aşk Resmi Geçidi⁣ ⁣ gelelim sonuncuya.⁣ ona bağlandığım kadar⁣ hiçbirine bağlanmadım.⁣ sade kadın değil, insan.⁣ ne kibarlık budalası,⁣ ne malda, mülkte gözü var.⁣ eşit olsak, der,⁣ hür olsak, der.⁣ insanları sevmesini de bilir,⁣ yaşamayı sevdiği kadar. 8. Yahya Kemal Beyatlı 1884 – 1958 & Celile Hanım 1880 – 1956 ⁣Yahya Kemal, Yakup Kadri’nin ısrarıyla, Kısıklı’da bir Bektaşi Dergahı’na gider. İşte o dergahta Celile Hanım’la karşılaşır ve aşık olur, ancak Celile Hanım Hikmet Nazım Bey’le bir süredir ayrı yaşasa da evlidir.⁣ ⁣ Nazım Hikmet adlı kitabında Memet Fuat şu satırları yazar⁣ “Hem Bahriye Mektebi’nde tarih hocası hem de evlerine gelip giden bir aile dostu olan ünlü şaire Nazım Hikmet büyük bir hayranlık duyar, yazdıklarını gösterip eleştirilerini alırdı. Aslında Yahya Kemal, Celile Hanım’a aşıktı. Önceleri dedikodular şeklinde kalan bu aşk, Celile Hanım eşinden ayrıldıktan sonra büsbütün alevlenmişti. Yahya Kemal’in bazı şiirlerine ilham veren bu büyük aşk ise 1916’dan 1919’a kadar sürmüştü. Şairin sevgisine karşılık bulamadığı için zehir içip intihara kalkışması söylentileri de vardı. Vüsal, Telakki, Erenköy’de Bahar, Eski Mektup gibi şiirlerini Celile Hanım için yazdığı bilinirdi. Dedikoduları duyunca çok öfkelenen Nazım’ın dövmek için kendisini aradığını öğrenen Yahya Kemal, söylenenlere göre evini değiştirmiş ve yeni adresini de uzun süre en yakınlarından bile gizlemişti.”⁣ ⁣ Vâlâ Nureddin ise şöyle anlatır “Söz Celile Hanım ile Nazım’dan açılınca, Yahya Kemal lafı değiştirir, sorulara cevap vermezdi. Nazım’ın dilinden Yahya Kemal adını birçok defa işitsem de annesiyle ilgili sohbetlerine şahit olmadım. Ama bir olayı anlattığını çok iyi hatırlıyorum “Talebelik yıllarımda bacım Samiye’ye bir şiir yazmıştım. Şiiri hocam Yahya Kemal’e okuduğumda bir şey demedi. Ama “O kediyi getir bana göster” diye rica etti. Çok şaşırsam da onun sözüne uydum, ertesi gün kediyi okula getirdim. Yahya Kemal “Kediyi görüyor musun?” dedi. “Sen bu yoluk kediye bile şiir yazmışsan, şüphesiz şair olacaksın.” demişti.”⁣ ⁣ Nazım Hikmet bu aşka karşı çıkar, ayrılık kaçınılmazdır. Sadece neden bu değildir elbette. Celile Hanım’ın yaşadığı lüks hayatı sağlayamayacağı, kendisiyle beraber olmaya başladığında evli olması nedeniyle kendisine de ihanet eder kuşkusu, o zamana dek özgürce yaşadığı hayatından vazgeçmek zorunda kalacak olması ve Celile Hanım’ın tavırlarının, Darülfünun’daki öğretmenliğine zarar verebileceği yolundaki endişeleri de bu ayrılıkta rol oynar.⁣ ⁣ 1950’de Nazım hapishanede açlık grevine başladığında, annesi Celile Hanım artık gözleri görmez elinde “Oğlumu kurtarın” pankartıyla Galata Köprüsü’nde imza toplamaya başlar. Birçok yerden destek gelirken, köprüden geçmekte olan Yahya Kemal, Celile Hanım’ı görmezden gelip, hızla uzaklaşır.⁣ Telakki⁣ ⁣ Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,⁣ Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,⁣ Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum,⁣ Gördüm Dişi bir parsın ela gözleri vardı. 9. Cahit Sıtkı Tarancı 1910 – 1956 & Mihrimah Hanım ⁣“Böyle ferman etti Cahit⁣ Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan⁣ Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan”⁣ ⁣ Cahit Sıtkı’nın sevgililerinden bahsedildiğinde, kendisi ve eserleri üzerinde en büyük etkiyi bırakan meşhur Beşiktaşlı sevgilisinden de söz etmek gerekir. ⁣ ⁣ “Şimdiye kadar bir iki kere sevdim, bundan sonra da Mecnuncasına, Ferhatçasına sevebilirim. Fakat şimdiye kadarki sevgililerimden ancak birisi belki aşkıma kısmen mukabele etmiş olduğu için hala hayal halvethanemde hüküm sürmektedir.” ifadesiyle yazar, uzun zaman etkisinden çıkamadığı Beşiktaşlı sevgilisine göndermede bulunur. Fakat “Nerde Beşiktaş’taki sevgilim. Onun üzerine yoktur ve olamaz. Bu işe onu sevmekle başladım. Onu sevmekle bitireceğim.” diyecek ve onu tüm sevgililerinden üstün tutacaktır. ⁣ ⁣ Hayal Ettiğim Şey, Sevdalı, Karasevda şiirlerini ona ithaf eder. Cahit Sıtkı ile Anılar kitabının yazarı Reşit İskenderoğlu’nun anlattıklarına göre, o dönemin ve çevrenin en güzel kızlarından biri olup, Balkanlardan gelme bir ailenin kızıdır. Kültürlü bir genç kız olduğu söylenen Beşiktaşlı’ya, Cahit Sıtkı ile evlenmeyi düşünüp düşünmediği sorulduğunda, şu cevabı verir “Fizik yapısı itibarıyla tipim değil. Onunla mutlu olamam. Bu nedenle evlenmeyi düşünmüyorum. Ancak görüyorum ki geleceği büyük bir şairdir. Bu sebeple inkisara uğramasın diye şimdilik ilişkimi sürdüyorum.”⁣ ⁣ Yazar Şeyhmus Diken’e göre ise Beşiktaşlı genç kız, annesi tarafından Diyarbakır’la bağı bulunan yazar-yayıncı Vedat Günyol’un kız kardeşi Mihrimah Hanım’dır. Vedat Günyol ve Cahit Sıtkı’nın memleketten süregelen bir dostlukları vardır; yıllar sonra, Paris’te durumu Vedat Günyol’a itiraf eder. Vedat Günyol “Keşke söyleseydin Cahit, mutlaka seninle evlenmesini isterdim.” der. Ancak Mihrimah Hanım doktor Cemil Cemiloğlu ile evlenmiştir.⁣ ⁣ Arkadaşı Ziya Osman Saba, onun hakkında şunları yazar “O hep böyle kendinden yaş yaş küçük kızların peşinde benliğinin yarısı sanki aşık, öteki yarısı sanki daima sarhoş yaşadı. Ta yatağa düşünceye kadar. … Onlar hep küçük kızlar oldular. Hatta bazıları daha kara okul göğüslüklerini dahi çıkarmamışlardı. Beşiktaşlı’dan önce hakkında şiir yazmamış olsa bile böyle henüz göğüslüklü bir Kadıköylüsü de vardı. Galiba sonra 14 yaşındaki Beşiktaşlısı geliyordu. Burhaniye’de askerlik yaparken komşusu Boşnak kızı da aynı yaştaydı, gene askerliği sırasında kendi tabiriyle esmer güzeli yar.” ⁣ ⁣ Karasevda⁣ ⁣ Bir kere sevdaya tutulmaya gör;⁣ Ateşlerde yandığının resmidir.⁣ Aşık dediğin, Mecnun misali kör;⁣ Ne bilsin alemde ne mevsimidir.⁣ Dünya bir yana, o hayal bir yana;⁣ Bir meşaledir pervaneyim ona.⁣ Altında bir ömür döne dolana⁣ Ağladığım yer penceresi midir?⁣ Bir köşeye mahzun çekilen için,⁣ Yemekten içmekten kesilen için,⁣ Sensiz uykuyu haram bilen için,⁣ Ayrılık ölümün diğer ismidir. 10. Sezai Karakoç 1933 – & Muazzez Akkaya Sezai Karakoç, 1950’de Monna Rosa şiirine ilham olan Mülkiye’de sınıf arkadaşı Muazzez Akkaya için bu dizeleri kaleme alır. Şiir dönemin önemli edebiyat dergilerinden birisi olan Hisar’da yayımlanır; fakat hiç kimse şiirin akrostiş olduğunu ve 19 yaşındaki Karakoç’un platonik aşk yaşadığı Muazzez Akkaya için yazıldığını anlamaz.⁣ ⁣ Sezai Karakoç bu konuyla ilgili olarak yıllarca tek bir kelime etmez, soruları her zaman geri çevirir. 30 yıl sonra Hisar Dergisi’nin sevenleri bir araya gelince, derginin sahibine bir arkadaşı o şiirin akrostiş olduğunu söyler. Bunun ardından şiir inceleyenler, şiirdeki akrostişi fark eder. Karakoç bu konuda şunları söyler “Sanmayın o adam şiiri inceleyip de şiirimin akrostiş olduğunu anladı. Bu olaydan iki hafta önce bir yakın arkadaşıma şiirin akrostiş olduğunu açıklamıştım. O da yakınına paylaşmış. Öyle öyle derken çıktı durum ortaya. Yoksa bir 30 sene daha beklerlerdi şiiri anlamak için.”⁣ ⁣ Muazzez Akkaya ise yıllar sonra verdiği röportajda “Gençliğin verdiği heyecanla yaşanmış bir tutkuydu, benim için de gençlikte kalmış bir hatıra. Sezai Karakoç, büyük bir şair! Bu tutkusu devam ediyor mu bilmiyorum, benim için tarihe mal olmuş bir aşk, bir şiir ve hep böyle de kalacak. Ben okuldan sonra mutlu bir evlilik geçirdim. O döneme ait fotoğrafların çoğunu imha ettim, keşke saklasaydım diyorum bazen. Kendisiyle hiç görüşmedim, 15 yıl önce bir arkadaşım görüşmüş, onun aracılığıyla haber aldım. Kendisine, bana olan sevdasına, aşkına hep saygı duydum. Okul yıllarında da bana olan ilgisini fark etmiştim; bu şiiri yazdığını da biliyordum, ama ben aynı yakınlığı duymamıştım.” diyecektir. ⁣ ⁣ Muazzez Hanım, bu aşkı bildiğini söylerken, aynı okulda okuyan Cemal Süreya’nın da kendisine aşk şiirleri yazdığını itiraf eder.⁣ ⁣ Mona Rosa’nın kıta başlarındaki harflerini birleştirince Muazzez Akkayam okunur. Muazzez Hanım o yıllarda okulda ping pong şampiyonu imiş. Sezai Karakoç’un diğer bir şiiri ping pong masasını da Muazzez Hanım’a yazdığı tahmin ediliyor.⁣ Mona Roza⁣ ⁣ Mona Roza, siyah güller, ak güller⁣ Geyvenin gülleri ve beyaz yatak⁣ Kanadı kırık kuş merhamet ister⁣ Ah, senin yüzünden kana batacak⁣ Mona Roza siyah güller, ak güller⁣ Ulur aya karşı kirli çakallar⁣ Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa⁣ Mona Roza, bugün bende bir hal var⁣ Yağmur iğri iğri düşer toprağa⁣ Ulur aya karşı kirli çakallar⁣ Açma pencereni perdeleri çek⁣ Mona Roza seni görmemeliyim⁣ Bir bakışın ölmem için yetecek⁣ Anla Mona Roza, ben bir deliyim⁣ Açma pencereni perdeleri çek… 11. Ahmed Arif 1927 – 1991 & Leyla Erbil 1931 – 2013 Ahmed Arif ve Leyla Erbil, Diyarbakır’a sürgüne gitmeden Ankara’da arkadaş toplantısında tanışırlar. Leyla Erbil 23, Ahmed Arif 27 yaşındadır. 1954-1957 ve en son 1977 olmak üzere 60’ın üzerinde mektup yazar Ahmed Arif. Aşkına karşılık bulmak için yazar; Leyla Erbil ise dostluk sınırını çizer ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirir. ⁣ ⁣ Mektuplardan, Ahmed Arif’in zamanla bu durumu kabullendiği anlaşılıyor. Bazen “İlk sen mağlup ettin beni.” derken; bazen de “Sen ister dostum ol ister sevgilim. Yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiç bir isteğim yok.” diye yazar.⁣ ⁣ “Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni. … Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel…”⁣ ⁣ “Gözlerimi öptüğün bir gerçek mi? Onların dudaklarına layık olması için, ne yapayım bilmem ki, korkunç azaptayım. Öylesine, hülya, kutsal ve uzaksın ki… Allah kahretsin beni.”⁣ ⁣ Hasretinden Prangalar Eskittim, Ay Karanlık şiirlerini onun için yazar; hatta Leyla Erbil, Mehmet Erbil ile evlendiğinde düğün hediyesi olarak da bir şiir yazar.⁣ ⁣ Şairin Leylim diye hitap ettiği Leyla Erbil mektupları hayattayken yayımlamaz. Muhtemel ki Ahmed Arif’in ailesini incitmekten ya da büyük şairin aşkıyla gündeme gelmek istemez. Sonra yayınlamaya karar verse de, kitabı Leylim Leylim göremeden yaşama veda eder. Hasretinden Prangalar Eskittim⁣ ⁣ Seni, anlatabilmek seni.⁣ İyi çocuklara, kahramanlara.⁣ Seni anlatabilmek seni,⁣ Namussuza, halden bilmeze,⁣ Kahpe yalana.⁣ Ard- arda kaç zemheri,⁣ Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.⁣ Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…⁣ Bir ben uyumadım,⁣ Kaç leylim bahar,⁣ Hasretinden prangalar eskittim.⁣ Saçlarına kan gülleri takayım,⁣ Bir o yana⁣ Bir bu yana…⁣ 12. Özdemir Asaf 1923 – 1981 & Mevhibe Bayat 1925 – 2007 Özdemir Asaf, 1946 yılında kızları Seda Arun’un deyimiyle en tutkulu aşkı Sabahat Selma Tezakın ile evlenir. 1954 yılında ise Türkiye’nin ilk kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran ile tanışır; evli olmasına rağmen Moran ile arkadaşlığını devam ettirir. Bu dönemde, Özdemir Asaf, hayatına üç kadının aşkını sığdırmaya çalışmaktadır. Bu kadınlardan üçüncüsü ise şairin edebiyat matinelerini noktaladığı ünlü şiiri, Lavinia’nın ithaf edildiği Mevhibe Bayat’tır. ⁣ ⁣ Mevhibe Bayat 1958-1959 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, Mücap Ofluoğlu’nun da rol aldığı “Julie” adlı oyunun giysilerini çizer. Mevhibe Bayat, sanat çevrelerinde boy gösterdikçe, ona aşık olan insan sayısı da artar. İlhan Selçuk, Özdemir Asaf’ın Mevhibe Bayat’a olan aşkını şöyle ifade eder “Lavinia’ya aşıktı Özdemir… Kral Latinus’un kızıydı Lavinia; Vergilus’a göre Roma yakınındaki on üç sunaklı tapınağıyla ünlü Lotuinium kenti Lavinia’nın onuruna kurulmuştu. Özdemir sevdiği kız için uzun yıllar dillerde dolaşan Lavinia şiirini yazdı.” ⁣ ⁣ Mevhibe Hanım, Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken güzelliği ile çevresini etkileyen biridir, hayran kitlesi bir hayli fazladır. O dönem sinema yıldızlarından Rita Hayworth’a benzerliğinden onun filmine atfen Gilda diye çağrılırmış. Uzaktan akrabası olan Oktay Akbal ki o da kendisine hayrandır, hikayelerindeki Hisya’dır sayesinde şairler dünyasını tanır. İlhan Selçuk da aşıktır; zaten Mevhibe Bayat ilk evliliğini onunla yapar.⁣ ⁣ Özdemir Asaf’ın eşi, bu durum karşısında 1958 yılında İsveç’e gider. Asaf, İsveç’e yolladığı mektuplarından birinde eşine, Mevhibe Bayat ve Yıldız Moran için “senelerdir süren hikayeler” diye yazar. Çiftin arasında, Özdemir Asaf’ın yok etmeye çalıştığı uzaklık, 1961 yılında boşanma ile biter. Özdemir Asaf, 1962 yılında Yıldız Moran ile evlenir. Lavinia sana gitme demeyeceğim. üşüyorsun, ceketimi al. günün en güzel saatleri bunlar. yanımda kal. sana gitme demeyeceğim. gene de sen bilirsin. yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim incinirsin. sana gitme demeyeceğim ama gitme, lavinia adını gizleyeceğim. sen de bilme, lavinia. Erkek arkadaşım, kazandığı parayla ailesinin borçlarını kapatmaya çalışıyor. Evlenmek istiyoruz ama bu parasızlıkla hiç olacak gibi de. Bekar bir erkeğin evli kadına aşık olması ya da hoşlanması o erkek için nasıl Gerçekten arası bozuk olan biri her ne olursa olsun aynı evde yaşamaz. En İyi Erkek Görüşleri kadına aşık erkek psikolojisi olan evli kadına aşık erkek psikolojisi olan evli Zamanla kendine bakmamaya başladı ve aşırı kilo aldı. Kimseyle konuşamıyorum veya kimsenin beni anladığını düşünmüyorum. Bir yanda beni çok seven biri, diğer yanda eski sevgilim ve tehditleri Evli olduğunu öğrendim ve bitti öyle aşkmı olur lan boşanacam diyip duruyor kaç ay oldu Görüş hala geçerli mi? Evlilik sözleşmesi Evli ve 3 çocuklu bir kadına âşık oldum Güzin Abla Köşe Yazıları Zal Halvetiyiz biz erenler Nişansızlık nişanımız Soyumuz İbrâhim soyu Muhammed pirimiz bizim Ey aşıklar ey garipler Bu diyar hangi diyar Kerbeladir gam yüklüdür Kan gölüdür bu diyar Cemal yolu bulunur Allahı zikretmekle Resulullah bilinir Daim tevhit etmekle Aşık olan söz eylemez Aslına yalan söylemez Söz veripte geri dönmez Muhammede bak ibret al Söyledin özünde ara kendini Özünde gizlidir senin Muhammed Sözünde anlattın bize tevhidi Özünde gizlidir senin Muhammed Açılınca güller dalda Bülbüller ötüyor onda Hasan Hüseyinim gonca Kokulmuyor Muhammedsiz Cemalini seyredince Resulullah kim bilince Ehlibeyit söylenince Yanıyorum cemaline Güzel aşık cevrimizi Çekemezsin demedim mi Bu bir rıza lokmasıdır Yiyemezsin demedim mi Gel aşıklar gel arifler Gel Muhammedi bulalım Ey dost yolunda sadıklar Gel Muhammedi bulalım Previous Next Rüyada Evli Bir Kadına Aşık Olmak Rüyada evli bir kadına aşık olmak bir sebeple başka yollar aranacağına, kısa süre içinde hiç tahmin edemeyeceği kadar büyük bir mevkiye terfi edileceğine, mutluluk bulacağına böylece yüreğine de su serpileceğine, alınan eğitime uygun bir çalışmanın bulunması ile cebe yüklü miktarda kazanç gireceğine ve büyük bir saygınlığa sahip olunacağına, sağlığının ve ağız tadının yerinde olacağına, aile hayatında yaşanan tatsızlıkların sona ereceğine, insanların gözüne girerek pek çok görevin aynı anda üstesinden geleceğine, tabir edilir. Ayrıca rüyada evli bir kadına aşık olmak sorunlarından çok kısa bir zamanda kurtulacağına, bir türlü karar verilemeyen bir konuda fırsatların kaçırılacağına, kısmetin bir dönem için değil daimi olacağına, ancak bir türlü başaramayacağına ve istemeden de olsa işle ilgili geri dönüşü olmayan bir karar vereceğine, rahat yaşayacağına, kızı mutlu yaşadıkça ve başarılı oldukça kendisinin de yüzünün güleceğine, yorumlanır. kısa süre içinde kabul edildi haberi geleceğine tabir edilir. tüm zorlukların ve kötülüklerin üstesinden gelme konusunda kendine olan özgüvenini arttıracağına delalet eder. uzun süredir olmadığı kadar eğleneceğine ve daha sık sosyal ortamlarda bulunma kararı alacağına alamet eder. binbir güçlükle elde ettiği zenginliği kaybedeceğine yorulur. Dini olarak Rüyada evli bir kadına aşık olmak tabiri Dini olarak rüyada evli bir kadına aşık olmak kişinin eksiklerini, çok büyük kısmetler kazanacağına, kendisine yapılacak bir ihanetten ötürü büyük bir üzüntü içine düşeceğine, kısa zamanda yüksek bir mevkiye terfi alınacağına, meşakkate düşeceğine, bütünlük ve dayanışma içinde olacağına, ardından bu kişiye açılacağına, eğer müdahale edilmezse ya da kendisine engel olunmazsa çok daha kötü şeyler yaşayıp büyük acılar içinde kalacağına, zararlarını alacağı destek sayesinde ortadan kaldıracağına ve kendisini daha rahat hissedeceği bir döneme gireceğine, zor gelebilecek bazı işleri kısa süre içinde sabırla ve azimle çalışarak zirveye çıkartacağına, delalet eder. Psikolojik olarak Rüyada evli bir kadına aşık olmak yorumu Psikolojik olarak rüyada evli bir kadına aşık olmak yalan söylemekten ve iftira atmaktan özenle kaçınacağına, ailesinin de aynı ferah koşullara sahip olacağına, zararlarını telafi edeceğine, sevilen kişilerle bir ortaklık kurulacağına, kaçırılan fırsatların tekrar ele geçirileceğine, sevdiği kişiler ile çok daha rahat bir hayat yaşayacağına, bunun kendisine büyük güç vereceğine, yüksek diploma alacağına, işaret KONULARDA RÜYA TABİRLERİ ESERLERİMİZ  SON EKLENENLER GÜNÜN AYETİ İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.KIYÂMET - 36 ÖZLÜ SÖZLER Ezeli ervahta nur-u Muhammedi ile beraber olmaya halvetilik denir. Adem "ben hata yaptım beni bağışla " dedi, İblis ise" beni sen azdırdın" dedi ya sen!... sen ne diyorsun? Edep, söz dinlemek ve gönle sahip olmaktır. Güzelliğin zekatı iffet ve edeptir. Hz. Ali Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır'a "Ey oğul, fasıklarla cimrilerle yalancılarla sıla-i rahimi terk edenlerle arkadaşlık etme." diye buyurmuştur. Kemalatın bir ölçüsü de halden şikayet etmemektir. En güzel keramet gönlü masivadan arındırmaktır. Alem-i Berzah insanın kendisidir. Zahir ve batının karşılığı aşk-ı sübhandır. Mutaşabih ayetler ledünidir. Ölüm ve cehennem korkusu Hak'ka dost olmayanlar içindir. Şartlanmalardan ve önyargılardan arınmadan kimse masum olamaz. Uzlaşmak için bahane arayan düşman zıtlaşmak için bahane arayan dosttan daha iyidir. Baki hakikatler fani merkezli inşa edilemez. Her zorluğun çözümü sevgidir. Allah var gayrı yok sevgi var dert yok. Allah de ötesini bırak. Sorunları erteleyen ve örten değil çözüm üretip sorunları çözen olmalıyız. Kişinin irfanı kemalatı nispetinde şeytanı da nefsinin şiddetinde olur. Kötü huylardan kurtulmanın en keskin yolu ilahi aşka yanmaktır. Mücevherden sarraf olan anlar, başkası bilemez. Ne fark eder kör için elmas da bir, cam da bir. Eğer sana bakan kör ise sakın sen kendini cam sanma.Mevlana Kendini oldum ve doğru zannedenler kendileri gibi düşünmeyenlerden rahatsız olurlar. Eflatun'a dediler ki "Ne kadar çok çalışıyorsun". O da dedi ki "hayır ben sevdiğim işi yapıyorum" Allah kuluna sevdirdiği her işi kuluna kolaylaştırır. Kurtuluş hidayete tabi olanlar içindir. Selam olsun hidayete tabi olanlara. Tevhid-i Ef-al meratibi ihvanın kendi gerçeğine seyir haritasıdır. Kişi ilk önce kendisinin arifi olacak ki Rabbinin arifi olabilsin. İnanmak başka şey, teslim ve tabii olmak başka şeydir. Kalıcı dostluklar edinin. İhvan gibi yaşa, gerisine karışma. Mutlu insan başkalarının mutluluğu için yaşayandır. İslam dini istişare esaslıdır. Allah için affet, Allah için paylaş. İhvanlığını işine göre değil, işini ihvanlığına göre ayarlayacaksın. Kul, iradesini Allah’a teslim edendir. Hakk'ı hatırladığımız unuttuğumuzdan fazla olsun. "Olacağım" diyene engel yok, "olmayacağım" diyene bahane çok. Ben merkezli değil, biz merkezli olun. Dervişçe yaşamak, tevhitçe yaşamaktır. Yaptığınızı azimle yapın, hırs ile yapmayın. Kullukta devamlılık esastır. Önce emin insan olmalıyız. Derviş, halinden belli olmalıdır. Beşeriyet kemalâtın hammaddesidir. Mükemmeliyet istikamette daim olmaktır. İnsanın cismi arza, ruhaniyeti semaya mensuptur. Yaradılış farziyetimiz hakkı bilmektir. Hakk'ı tanımanın ön şartı Resulûllah’ı tanımaktır. İnsanın sırrında Allah’ın sonsuzluğu vardır. Kulluğa bahane yok değer üreteceksiniz. Şikayet, Mevla’ya hürmetsizliktir. Kulluk adına yapmadıklarımıza hiçbir bahane geçerli olmayacak. Bu âleme kavga için gelmedik. Telkin öncelikle bizim nefsimize olmalıdır. İnsan, Allah’ın sırrı Allah da insanın sırrıdır. Varlığımızın sebebi zuhuru, Cenab-ı Resulûllah’tır. Kullukta teslimiyet “Rağmen” olmalıdır. Kazası olmayan tek şey hayatımızdır. Sevgi dışındaki bütün hallerde zorluk vardır. Nefsinde mevsimi hazan olanın, gönül mevsimi bahar, Ahireti bayram olur. Hayat yaşamak, yaşamaksa sevmektir. En güzel keramet istikamet üzere olmaktır. Kişinin Rabbini tanıması için kendini tanıması lazım. Hakk’ı ancak Mirat-ı Muhammet’ten görebiliriz. İnsanı Hakk’ta sonsuzlaştıran ve yaşatan, sevgidir. Sevgi bütün yaratılanların varoluş mayasıdır. Sevgisiz olan her mekân ve mahâl mundardır. Sevgi Allah için yanmak ve olmaktır. Allah’ın ve Resulullah’ın sevgisi ile yanmayan gönül hamdır, ahlâttır. Hakikat ehlinin sermayesi aşk-ı sübhandır. Talepte kararlılık, kararlılıkta da sabır esastır. Sabır, sadrın genişliği kadardır. Sadır genişliği ise; kabulümüz, sevgimiz kadardır. Kamil insan demek;Bütün duygularda,düşüncede ruhta olgunlaşmış insan demektir., Dervişân, Mürşidinin eşiğinde sadık olduğu sürece, farkında olsa da olmasa da tekamül halindedir. Kim ki Allah’ı ciddiye almaz ise; Allah o kimseyi ciddiye almaz. Hakkı görmeyen gözler amadır. Gayret olmadan kişinin ulaşacağı hiçbir âliyet olamaz. Kendi gerçeğimize yol bulmak için arz üzerinde var olan bütün mevcudiyetten istifade edeceğiz. Bu fırsat âleminin bir tekrarı daha yoktur. Hiçbir oluşum kendi halinde, kendi başına müstakil değildir. İhvan isek bir iddianın sahibiyiz demektir. İhvanın kemâlâtı, olgunluğu, karşılaşmış olduğu olumsuz tecellilere verdiği tepkilerle ölçülür. Kişi muhatabı ve müdahili olmadığı hiçbir meselenin şahidi olamaz. Herkes kazanımlarını kayıplarını tespit etsin ki şuurlu bir hayat yaşayabilsin. Birebir uyarılar insanı daha çok uyandırır. Bütün canlılara dostça yakın olmalıyız. Tekâmül için her anı yeniden yaşamak , her anın yeniden talibi olmak zorundayız. Gayret etmeyen kişiden Kâmil insan olmaz. Ehl-i talip bu Kâinatın özelidir, özetidir. Kul, hizmeti kadardır. Kul, sevgisi kadardır, Kul hoş görebildiği kadardır. Kul feragat edebildiği kadardır. Kul paylaşabildiği kadardır. Ehl-i ihvan’ın sevgisi Rabbi’nin sevgisi, meşguliyeti Rabbi’nin meşguliyeti olmalıdır. Her an Rabbi ile meşgul olanın, muhatabı Rabbi olur. Güzel bakmalı, güzel konuşmalı, güzel dinlemeliyiz. Hayırları geciktirdiğimiz zaman şerre dönüşür. Şerleri geciktirdiğimiz zaman hayra dönüşür. İhvanın irşad olmasının ön şartı teslimiyattır. İlmen yâkinlik; bilmek ve kabul etmektir. İhvan telkin edileni yaşadıktan sonra Hakkel yâkina ulaşır. Kul, Rabbini ne kadar ciddiye alırsa, Rabbi’de onu o kadar ciddiye alır. Rahman’ın sevgilisi olmak gönlü cenab-ı Resulullah’a yönetmek ve tabi olmakla orantılıdır. İhvan, kendi özünde kâmil duruşa ulaşırsa, onda bir değil de nice esmanın açılımı, nice sıfatın inkişaf ve izhariyeti yaşanacaktır. Dünkü gibi konuşan, dünkü gibi anlayan, dünkü gibi yaşayanın anı ve akibeti hüsrandır. Ehli gönül olan, ,Resulullah’a ve Ehli Beyt’egönül veren Ehl-i İhvan’ın seyr-i sülüğü nefis merkezli akıl ile değil gönül merkezli akıl iledir. İhvan, hayırda ve şerde damlayı derya mesafesinde görecek kadar Rabbini önemseyen olmalıdır. Hakka vuslat, ancak aşk- sübhân ile olur. Aşığın, sevgisinin sancısıyla uykularının kaçması lazım ki, orada aşktan söz edilebilsin. Hayatla zıtlaşan değil hayatla uzlaşan olmalıyız. Eğer kişi yarışacaksa hayırda yarışsın selâmda, yarışsın, paylaşmada hoş görüde affetmede yarışsın. Kişi tercihinin neticesini yaşar. İnsan, sevebildiği kadar, değer üretebildiği kadar insandır. İhvan, arif olmalı ve gönlünü bütün olumsuzluklardan arındırmalıdır. Herkes yaptıklarının neticesini yaşayacak. Biz kulluğumuzu her gün yeniden yenilemeliyiz. Üstünlük ancak takva ile sevgi iledir. Allah hiçbir zaman abes ile iştigal etmez. Her işte bizim için hikmet ve hayır vardır. Ehl-i ihvan hiçbir zaman olumsuzluk adına hesap yapmamalıdır. Herkesin şeytanı, Cebrail’i, Mikail’i, İsrafil’i ve Azrail’i kendisiyle beraberdir. Ehl-i ihvan demek arif olan, Hakk'a eren demektir. Sevginin tezahürü ibadettir. Eğer inanıyor, iman ediyor, seviyorsanız, yap denileni yapacak ve aksatmayacaksınız. Sevenin ne gecesi ne gündüzü ne yorgunluğu ne bahanesi ne de mazereti olur. Karşılaştığımız zorlukların tamamı tekâmül için ikrarımızı ispat içindir. Bu âlem teşbih, tespit, tenzih, takdis ve şahadet âlemidir. İnsanın Hak katında kadri, kıymeti sevgisi kadardır. İnsan, yaşadığı zorluklar aşabildiği engeller kadar insandır. Hiç zorluk, acı çekmeden, uğraş ve çaba sarf etmeden kimsenin başarıya ulaştığı görülmemiştir. Hepimiz Allah’ın Resulûllah’ın ve Ehlibeyt’in aşkından muhabbetinden istifade edip Hakk’ta bakileşebilecek yetilere sahibiz. İnsan, asliyeti kendisine unutturulmuş varlıktır. Müsemmâ ehli olan için, isimler değişşe de asliyet değişmez. Hiçbir güzelliği kendimize mal etmeden, bütün güzellikleri Rabbimizden bilmeliyiz. Herkesin imtihanı iddiası kadar olur. Yani iddiası büyük olanın, imtihanı da büyük olur. Kâinat, insan için, insana hizmet için halk edilmiştir. Hayatın tamamı, kulluğun ve dostluğun talimidir. Kişi bilgisinde değil yaşantısında kâmil insan olur. Bizim yaşadıklarımız; tercihlerimizin, taleplerimizin ve dualarımızın neticesidir. Mezheplerin farklı olması, dünya iklimlerinin, ırkların ve kültürlerin farklı olmasındandır. İrfan mekteplerinin temelde aynı, detaylarda farklı farklı olması insanların, meşreplerinin farklı farklı olmasındandır. Kimi takva ile kimi zikrullah ile, kimi hizmet ile, kimi de ibadet ile Hak rızasına ulaşmak ve kâmil insan olmak arzusundadır. Din adına zıtlaşmalar, taraflaşmalar ve tefrikalar çıkarmak Rahman’ın ve Kuran’ın reddettiği duruşlardır. Elin eksiğiyle uğraşan, kendi eksiğini hiçbir zaman göremez. Biz bu âleme eksik tespit zabıtalığına gönderilmedik. Âşık; mâşûkunu hususiyetle geceleyin, en çok yalnızlık halindeyken düşünür. Geceleri ve seher vakti çok özeldir. Dostluğun ilk şartı sevmektir. Fakat çıkarsız beklentisiz sevmektir. Dost olmak, dostun her türlü yüküne katlanmaktır. Bizim için yaşamak bir gündür, o da bugündür. Kulluk adına yapmamız gereken ne varsa sabırla ve ihlâsla yapmalıyız. Hak katında gıdalanmanın birinci esası, âdab-ı Muhammediye ve hakıkati Mahmudiye ile kıyam durmaktır. Biz eyvallah tacını, sensin’ tacını başımızdan, hiçlik hırkasını da eğnimizden hiçbir zaman çıkartmayacağız. Bir damlanın hiçliğe ulaşması, onun deryaya düşmesiyle olur. Bize ulaşan her tecellinin, Mevlâ'dan olduğunun bilincinde olalım ve rıza gösterelim. Sakın tecellilerden kahreden, kederlenen olmayalım. Tecellilerden şikayetçi olmak, kulun Rabbine olan saygısızlığıdır. İhvan, hangi tecelli içinde olursa olsun, mutlaka güzel düşünmeli ve güzel değerlendirmelidir. Edep ve âdap dışında nefes almayalım. Biz, Cenâb-ı Resûlullah’ın vitrini olmalıyız. Bütün nimetler ve âliyetler, gayret ve hizmet iledir. Biz hangi hali yaşıyorsak bizim için hayırdır ve hikmetlidir. Hikmete tabi olanlar hikmet ehli olurlar. "Senin için Ya Rabbi" zevkiyle hayatı yaşayalım. Huzur, ancak tevhid ile aşk ile sevgi ile Allah’a ve Resûlun’e yönelmek iledir. Güzel ahlâk ve sevgi insanlığın omurgasıdır. Her gününü son gün, her namazını son namaz, her muhabbetini son muhabbet gibi kabul eden kişinin yaşantısı Ehl-i ihvanca olur. Büyük laf etmemeye sahibi olalım. Ehl-i Beyt olmak, hem nesebi hem de mezhebidir. Ehl-i Beyt, Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş halidir. Yaptığımız her şey kulluğumuzu ispat edercesine olmalıdır. Halkı memnun etmek için Hakk'ı incitmeyelim. Kemalat, hissedilen ilk nefesten son nefese kadar sadece Allah ve Resûl’u için say ve gayret etmektir. Tevhid-i Ef-al hakikatin zübdesi, tevhidin nüvesidir. Kullukta edebi olmayanın Hak’ta izzet bulması mümkün olamaz. Hikmetleri seyretmenin tek şartı, tecellilere karşı sabırlı olmaktır. Kişi yaşamış olduğu imtihanları aşabildiği kadar tekâmül etmiş olur. Aslında bize zor gelen tecelliler, bizim için ikramdır. Kulluğun esasında yap denileni yapıp sonucuna da razı olmak vardır. Bütün kâinat, kişinin kendi hakikatine misaldir. Öncelediğimiz Allah ve Resûl’u olmalı. Ertelediğimiz ise nefsimizin arzu ve istekleri olmalıdır.. Dervişi tekâmül ettirecek olan iştiyakı, kendine olan telkini, ve gayretindeki kararlılığıdır. Her günü yaşamak, her günü diğer günden farklı bir alana taşımak için biz bugünün talebesiyiz. Hatasını kabul edip hatasından dönen kul hayırlı kuldur. Hedefi olmayanın istikameti de olmaz. İhvan ne dünle ne de yarınla zaman kaybedecek sadece anını ve gününü değerlendirecek. İhvanlık, halde örnek olmaktır. Aile yaşantımızla, tecellilere olan tepkilerimizle, kişilerle olan ünsiyetimizle, her halimizle hele hele de ibadete olan düşkünlüğümüzle fark edilmeliyiz. Cenab-ı Resûlullah’ın tezahür etmediği hiçbir mekân, Hak katında şerefli olamaz. İbadet etmenin hoşnutluğunu yaşarken bu hoşnutluğu, ibadet etmeyenlere karşı bir üstünlük saymadan fail Allah'tır zevkiyle yaşamalıyız. Kıyas, şeytani sıfatlardandır. Karşımızda gördüğümüz eksikliği önce kendimizde tetkik etmeliyiz. Hiç kimse kendi gerçeğine olan seyrine mürşitsiz yol bulamaz. Baki olabilmenin, sonsuzluğa ulaşabilmenin tek şartı; Hak ile Hak olmak Hak’ta ölüp Hak’ta dirilmektir. Hayata ders veren değil de hayattan ders alan talip olmalıyız. Anlayan ve öğrenen olmalıyız. Anladığını genişleten, hayatına uyarlayan olmalıyız. Tasavvuf önce şeriat-ı Muhammediye ile hakikat-ı Mahmûdiye ile hikmetler talim edilir. Bir meselenin görevlisi olmak ayrı şeydir, gönüllüsü olmak ayrı şeydir. Ehl-i ihvanla konuşularak halledilmeyecek hiçbir mesele olmamalıdır. Hak dostları bir araya geldikleri zaman bakışmaları bile muhabbettir. İhvanlığın dört ana esası vardır; ihlas, şecaat, cesaret ve cömertliktir. Hayatın tamamında, her adımda, her bir nefeste; bir tuzak, bir imtihan vardır. Gönül, Rahman ile coşarsa; kişi karşılaştığı her türlü tecelliye sabır ve tefekkür ile mukavemet gösterir. İhvan, ne Dünya ne de ahiret beklentisi olmaksızın kulluğunu fi-sebilillah yaşamalıdır. Kur’ân'ı öğrenmeye, okumaya, okutmaya, anlamaya ve yaşamaya çalışalım. İslam, yap denileni yapmak; yapma denilenden uzak durmaktır. Kulluğunu yarına erteleyenin Allah sevgisi yeterli değildir. Tekâmül etmek için sürekli gayret halinde olmalıyız. İnsana olan sevgisizlik Allah’a olan sevgisizliktir. Allah’a vuslat ancak Aşk-ı sübhan ile olur. Hak’ta bâki olabilmek için kayıtsız şartsız teslim olmalıyız. Dilimizde zikrullah ile gönlümüzde her daim muhabbetullah ile inşa olmaya çalışmalıyız. Şeriatın ihlâl olduğu yerde hakikat olmaz. Her türlü tecelliden istifade edecek kadar arif,hiçbir zorluktan yılmayacak kadar da dirayetli olalım. Arif olan baktığı her zerreden, karşılaştığı her tecelliden kendisine istikamet arar. Ehl-i ihvan hatasında ve günahında ısrar etmeyen ve tövbesinde aceleci davranandır. Âşık maşukundan gelen cefalardan haz duymazsa gerçek aşık olamaz. Kendisindeki gayrilikten arınan insan için dışarıda ve içeride gayri olan hiçbir şey kalmaz. Kişinin samimiyeti, sadakati ve sevgisi ona istikamet verir. Bizden istenilen öncelikle safiyet, samimiyet ve sadakattir. Ehl-i ihvan öyle bir kristalize olacak, safiyet kazanacak, kendi benliğinden öyle bir sıyrılıp latifleşecek, şeffaflaşacak, kendine ait bir renk zan düşünce ve duygu kalmayacak ki Allah’ın boyasıyla boyansın yani Resûlullah’ın haliyle hallenmiş olsun. Gayret, kulluğun esasıdır. Biz bildiklerimizle amel edelim. Bilmediklerimiz, bize bildirilecektir. Her Ehl-i ihvan bulunduğu cemiyette fark edilmelidir. Bizim sabrımıza, bize kötülük yapanların şahitlik etmesi lazım. Asli maksadımız, nefsimizi ve Rabbimizi tanımaktır. Gayret etmeyen kişiden kâmil insan olmaz. İhvan, kendi hakikatine seyri sülük ederken hem dünyasını hem de ukbâsını saadete erdirmiş olur. Muhabbetimiz Resûlullah’ın ve Ehl-i Beyt’in muhabbeti, davamız Hak davası olsun. Eğer insan Rahman’ın aynası olacaksa yansıtıcılığının çok net,arı ve duru olması lazımdır. Eğer bir olumsuzlukla, zorlukla karşılaşıyorsak, bu bizim olumsuzluluğumuzdandır. Arz ve semada her ne olursa insan ile ilişkilidir. Sözümüzün ilk müşterisi kendi kulağımız olmalıdır. İslâm şahitlik ile başlar, şuhut ile yaşanır. Ve yine şahitlik ile kemal bulur. Hangi başarı vardır ki uğraşsız gayretsiz ve gönülsüz zuhura gelsin. Aşığın ölümü Hakk’ta vuslat, sonsuzluğa uyanmak ve sonsuzluğu yaşamak olur. Artık etrafımızla ve kendimizle olan kavgamızı bitirip, sevgiyle nefes almanın gayretinde olmalıyız. Kişinin kararlılığı tecellilere gösterdiği mukavemeti kadardır. Aşık hep maşukundan söz etsinler, hep ondan konuşsunlar ister; zaten gayrı şeyler aşığı rahatsız eder. Kişi mutmain olmadıkça kulluğunda, dostluğunda hep hüsrandadır. Cemal aşıkları için gayri olan her şey haramdır. Zikrin esası namazdır, muhabbetullahdır. İhvan, hayatın tamamında Rahman’ın iradesi altında yaşamaya dikkat ve özen göstermelidir. Her şeye rağmen seveceğiz Her şeye rağmen hizmette gayretli olacağız Kulluk, içinde Rabbi'nden başkasını bulundurmayan, gayrilerden boşalmış hiçlik makamıdır. Hayatın ve kulluğun emanetçisi olduğumuzu, bu emaneti taşımamız ve ehline teslim etmemiz gerektiğini hatırdan çıkartmamalıyız. Hayatı hep Hakkça yaşamanın gayretinde olmalıyız. Hayat, bizi kullukta belirli bir kıvama taşımak içindir. Kendine gafil olan, Allah’a arif olamaz. Her varlık Hakk'tandır ve Hak ile kaimdir. Bütün masivalardan arınmak, “ölmezden önce ölmek” Hak’ta ebed olmak; olağanüstü bir azim ve gayret ister. Kişinin kararlılığı, cesareti, azmi ve sevgisi bir arada tekmil olursa; kişinin önünde aşamayacağı engel ve mâni olmaz. Talibin âli ve en yüce değerlere ulaşabilmesi, Allah ve Resûlu’ne olan muhabbeti, sevgisi ile orantılıdır. Hedefimiz ve gayemiz, bugün tevhid noktasında Allah’ı Resulullah’ı ve Ehl-i Beyt’i dünden daha farklı idrak etmek ve yaşamaktır. Tevhid adına bize yapılan teklifatın tamamını yaşamak, bizi kendimize döndürmek ve kendi hakikatimizle tanıştırmak içindir. Tevhid meratiplerindeki yaşam talimlerinin tamamı, bizi kendi ruh derinliğimizdeki iç potansiyelimizden istifade ettirmek adınadır. İhvanın bilip, yapmak isteyip de yapamamasının sebebi kendisinde yetersiz olan kararlılığı, gayreti ve talebidir. Cenab-ı Resûlullah’ın tezahür etmediği hiçbir mekân, mükerrem ve münevver olamaz. Hiç kimse kendi gerçeğine olan seyrinde mürşitsiz yol kat edemez. Kulluk adına yaşanılacak ne kadar âli değerler varsa, bunların tamamı ancak mürşid-i kâmilin nezaretinde ve refakatinde yaşanılabilir. Bâki olabilmenin, sonsuzluğa ulaşabilmenin tek şartı; Hak ile Hak olmak, Hakk’ta ölüp Hakk’ta dirilmektir. Yaşadığımız ne tür olumsuzluk olursa olsun, bizim hedefimize olan iştiyâkımızı arttırmalıdır. Her türlü olumluluk ve olumsuzluktan istifade eden olalım. Ehl-i ihvan hiçbir zaman olumsuzluk adına hesap yapmamalıdır. İhvan, kendisini yargılayan, kendisini öz eleştiriye açık tutan ve kendini kemâle taşıyan olmalıdır. İhvan, ancak telkin edilen hikmetli sözleri, hadisleri ve ayetleri yaşantısına uyarlayarak gayretinde istikamet bulabilir. Kim hidayeti dilerse hidayete ulaşacak; kim hidayete ulaşmak istemezse Rahmân da ona hidayet etmeyecek. İnancı olmayanın istikameti olmaz. İnsan-ı asli Allah’ın aynasıdır. Nurun olduğu yerde zulüm, dinin olduğu yerde kin, sevginin olduğu yerde nefret olmaz. Ehl-i ihvan demek arif olan gerçeklere eren demektir. Herkes tercihinden yönelişinden meyil ve rızasından sorumludur. Nimete ulaşmak için mutlaka hizmete talip olmalıyız. İhvan düşünmekle, keşfetmekle ve gayret ile kemâlat bulur. “Rabbim” diyen için zaten zorluk yoktur. Hedefi olmayanın istikameti de olmaz. İslam, aslen teslim olmak ve selamet bulmaktır. NAMAZ VAKİTLERİ

evli kadına aşık olmak şiir